İnsanoğlu gerçekleri görmek istemiyor. Çünkü klasik söylem aslında hep geçerliliğini koruyor "gerçekler can acıtıyor." Ben de ruhumu teslim ediyorum bu söyleme. Ruhum gerçeklerden kaçmaya çalışıyor. Kaçtıkça daha çok tökezliyor. En büyük düşüşünü yaşıyor. Benden başka hisseden olmuyor bu düşüşü. İçimde hangi köprüler yıkılıyor, hangi rüzgarlar esiyor kimse bilmiyor. Nefesim sıklaşıyor, kulağıma gelen sesler boğuklaşıyor, insanlar birer birer uzaklaşıyor etrafımdan. Hayır hayır, onlar benden uzaklaşmıyor; ben onlardan kaçmaya başlıyorum. Hızım yavaş yavaş kesiliyor belki biraz bilincim açılıyor ve etrafıma bakmak ancak o zaman aklıma geliyor. Ama yalnızım. Öyle hızlı kaçmışım ki herkesten kimse yetişememiş bana. Biraz yalnız kalmam gerektiğini hissediyorum. Belki birkaç saat belki birkaç gün ya da hafta. Bunu zamanın belirleyeceğine inanmak istiyorum. Yalnızım. Bununla mutlu olmayı öğrenmeye çalışıyorum. Kendime yetebilmek ne demek anlamak istiyorum. Kolay olmuyor, zaman geçmiyor sanki günler her geçen sürede daha da uzuyor. Ama öğreniyorum hatta yeniden tanıyorum kendimi. Meğer ne kadar çok fark etmediğim yönüm varmış bunu görüyorum. Bazen çok cesurum bazense bir yavru kediden bile daha korkağım. Olsun diyorum kendime. Çünkü kendimi olduğum gibi kabul etmeyi yavaş yavaş da olsa öğreniyorum. Gün gelir de yanımda kimse kalmazsa bilirim ki ben varım. Kendime yetebilirim, üstesinden gelebilirim. Ama tüm bunların gerçekleşmesi için bir şey daha olması gerekiyor: yüzleşme.
Önce geçmişle sonra da şimdiyle. Belki şimdiyi halledebilmek o kadar zor gelmiyordu kulağa. Üzerinden çok su akmamıştı ne de olsa. Ama geçmiş... Ah o geçmiş! Geçtiğini sandığım ama izleri hep bende kalan geçmişimle yüzleşmek çok zor oldu. Hatalarla, korkularla, sevinçlerle, hüzünlerle ve daha nicesiyle dolu olan geçmiş; ben onunla yüzleşip olanları kabullenmedikçe peşimi bırakmayacaktı. Ama güçlenip gelmiştim ve onunla yüzleşmek istiyordum artık. Bazı şeyleri kabullenmenin zamanı gelmişti. Çünkü kabullenmediğim sürece sadece aklımı kurcalamaya devam ediyorlardı. Oysa ben ruhumun dinginliğiyle mutlu olabilmek istiyorum. Çünkü bunu hak ettiğimi düşünüyorum. Bazen kendimin de iyi şeyleri hak edebileceğine inanmak istiyorum. Sonra sadece istemenin yetmediği geliyor aklıma. Çabalıyorum. Ama bu sefer sadece lafta değil, gerçekten kendime inanarak çabalıyorum. Tahmin ettiğimden çok daha zor oluyor bu. Ama ben ilk defa ayağa kalkmayı başarabiliyorum. Ellerimden tutulmadan ayağa kalkamayacağına inanan ve çabalamak istemeyen ben işte şimdi zamanı diyorum ve tökezlesem de ayağa kalkmayı başarıyorum. Kulağa belki garip gelecek ama ben ilk defa kendimle gurur duyuyorum. Kendime gerçeklerden kaçmamam gerektiğini hatırlatıyorum. Çünkü bunu yaparak sadece kendime değil, etrafıma da zarar verdiğimi yaşadıklarım sonucu anlayabiliyorum. İşte şimdi kendimle gurur duyarak siz güzel insanları yeniden yanımda hissediyorum.
İnsanlarla iletişime geçebilmekte zorluklar yaşıyoruz. Ön yargılar ile yaklaşıyoruz herkese. İnsanları hiç tanımadan onlar hakkında bilgi sahibi olduğumuzu düşünüyoruz. Gördüğümüz kadarıyla yorum yapıyoruz ve bu yorumlarımızın doğruluğundan eminmişiz gibi davranıyoruz. Oysa karşı tarafın iç dünyasını hiç bilemiyoruz...
İnsanlar kapıdan dışarıya adımlarını attıklarında o hiç görmediğimiz kısımlarını da kapının arkasında bırakıyorlar aslında. Hepimizin rolleri olan bu hayatta bulunduğumuz ortama göre bürünüyoruz rollerimize. Dışarısı bizim için bir sahne ve insanlar perdenin arkasında olanları biz izin verdiğimiz kadarıyla biliyor. Buna rağmen hakkımızda her türlü yorum yapma hakkını buluyorlar kendilerinde. Belki sorsak onlar da insanların kendilerine ön yargılarla yaklaşmalarını istemezler ama kendileri farkına bile varmadan böyle yaklaşırlar herkese.
Değişime, gelişime ve her türlü dönüşüme ihtiyacımız olduğu bir dönemde yaşadığımızı bilsek de bazı huylarımızdan hiç vazgeçemiyoruz. Hâla sadece kendi düşüncelerinin doğru olduğunu düşünen bir kitle barındıryoruz içimizde. Gelişen çağla birlikte bu kitlenin de gelişmesini bekliyor insan. Ama dogmatik düşüncelerden kendimizi kurtaramıyoruz. Kendi düşüncelerimiz doğru olsun istiyoruz. Bencilliğimizle birlikte kibirimiz de artıyor. Bu kibir içimizde büyüdükçe etrafımızdan bir haber, iletişim kurmak nedir bilmeyen bir topluma dönüşüyoruz. Aslında dönüşümü sağlıyoruz ama yanlış uygulama ile yapıyoruz bunu. Ortaya çıkan toplumu da hep birlikte görüyoruz. Belki de okurken cümleleri tanıdık geliyor anlattıklarım size çünkü tam da böyle bir toplumun içerisinde yaşıyoruz.
Kocaman bir dünyada yaşıyoruz. Bu kocaman dünyanın içerisinde onlarca insan var. Her insanın kendine özgü bir hayatı var. Bu hayatların içeriğinde hiç bilmediğimiz, detay olarak gördüğümüz gerçekler var. Ne kadar kabul edemesek de bizden çok daha iyi-kötü insanlar var. Bizden bir üstünlükleri ya da aşağılıkları yok aslında. Biz öyle görmek istiyorsak o gözle bakıyoruz sadece. Bizden daha özel ya da güzel değiller. Bizden daha şanslı ya da mutlu değiller. Herkes kendi dünyasının merkezine kendini koymaya çalışıyor. Bencillikten değil, olması gerekenin bu olduğundan. Kendini başkalarıyla kıyaslıyor insan ya üste çıkmaya çalışıyor ya da en dibe indiriyor kendini. İnsanız ya hani, kusurluyuz belki kabul edemiyoruz. Elimizde olmayanı elde etmeye çalışıyoruz belki, hırs yapıyoruz. Ama sonra bu hırs seviyesini aşıyor ve olmaması gereken bir noktaya ulaşıyor. Bir bakıyorsun yanında kimse yok, tek başına kalmışsın. Tercihin bu olduğundan değil, hırsın bencilliğe evrildiğinden...
Sonra tercihlerini sorgulamaya başlıyor insan. Neyi nerede yanlış yaptığını anlamaya çalışıyor belki de. Çünkü doğası gereği yalnız kalmak istemiyor. Belki seviyor yalnız olmayı ama tek başına kalma sebebi hırsıysa eğer içten içe biliyor bunun doğru olmadığını. Zamana bırakmak istiyor, iyi olabilmek istiyor. Zaman yeri geliyor insanın ilacı oluyor bazense zehirleyip çürütüyor insanı. Bir bakıyorsun zaman geçmiş daha iyi bir hale gelmişsin. Zamanın içerisinde nasıl kaybolduğunu anlamamış, zevk almışsın hayattan. Zorlanmışsın tabii ama bırakmamışsın çabalamayı işin sırrının burada olduğunun farkına varmışsın. Hayatın bu andan ibaret olduğunu görmüşsün. Ne düne takılı kalmış ne de yarının düşünceleriyle yaşamışsın. Tam da bugün için yaşaman gerektiğini öğrenmişsin. Var etmişsin kendini bugünde. Yaşamak yeni bir anlam kazanmış belki de gözünde. Hayata başka pencerelerden bakabilmeyi öğrenmişsin.
Hayat...
Düşününce ne kadar ayrı gerçeklikleri barındırıyor içinde. Milyarlarca insanın içinde bir tane ben var diye düşünüyorsun ve belki de o an kendinin farkına varıyorsun. Zor oluyor aslında insanların farkındalık yaşaması ama bununla yüzleşince kaçamıyorsun bu gerçekten. Evet, bu gerçek insan olduğumuz ve var olduğumuz gerçeği. Düşününce var olmak ne garip aslında. Çünkü bir an için yok olabiliriz de ve bu ihtimali her zaman biliyoruz ama bunun endişesine kapılmıyoruz hayatta, devam ediyoruz yaşamaya.
Gizemli varlıklarız aslında. Özümüzde ne olduğumuzu bulabilmek zaman alıyor. Herkes kendine ulaşmaya çalışıyor hayatta. Büyüyüp zaman geçtikçe etrafımızdaki insan sayısı ya artıyor ya da azalıyor buna biz karar veriyoruz. Büyüdükçe farkına varıyoruz bunların. Zaman geçiyor ve biz de geçen zamanla beraber tamamlanıyoruz, tamamlıyoruz kendimizi. Bu dünyada en çok ihtiyaç duyduğumuz şeye kavuşuyoruz aslında böylece.
"Seni anlıyorum" cümlesi hepimizin ağzına ne kadar da pelesenk olmuş. Aramızdan biri yaşadığı bir olayı paylaşsa bizimle hemen ilk tepkimiz seni anlıyorum oluyor. Ama kelimelerimizi gerçekten ne kadar seçerek kullanıyoruz ki?
İnsanoğlu ne kadar hata yapma kabiliyeti yüksek olan bir varlık olsa da kurduğumuz cümleleri kelimeleri özenle seçerek kurmamız gerekiyor. Bunu sandığımız kadar önemsediğimizi düşünmüyorum. Çünkü eğer önemsiyor olsaydık ağızdan çıkan bir kelime bizi bu kadar hırpalamazdı. Bazen söylemek istediklerimizle söyleyebildiklerimiz uyuşmaz. İşte o zaman yarım kalmışlık duygusu sarar insanın içini. Kelimeler bir yere kadar istediğimiz şekilde çıkmıştır ağzımızdan ama sonra kendi isteğimiz şekilde değil de karşı tarafın duymak istediği şekilde çıkar. Belki sırf karşı tarafı incitmemek için söyleyememişizdir kelimelerimizi ya da doğru kelimeyi bulamamışızdır. Ama madem böyledir bu durum o zaman neden çoğu kişiye onu anladığımızı söyleriz ki? Belki de gerçekten anlamak isteriz ama anlamak öyle kolay değildir. Ne birini ne bir olayı ne de kendimizi. Konuşamaz oluruz evet çünkü biz de kendimizi anlamayız ki. Anlayabilsek ifade edebileceğiz zaten ama anlayamayız. Bu normaldir çünkü her insan her zaman her şeyi algılayabilmek zorunda değildir. Evet en başta da dediğim gibi hata yapma kabiliyetimiz yüksektir ya da hiçbir şey yapmama yetimiz...
Ama sırf bir şey diyebilmiş olmak için anladım demek gerekmez. Çünkü insan anlaşılmak ister hep. Hatta öyle bir zaman gelir ki istediği tek şey bu olur. Ama sahte anlıyorum cümleleri bu ihtiyacı karşılamaz.
İnsan kelimelerini seçebilmeyi bilmelidir. Söylediğimiz bir tek kelime biri için çok önemli olabilir. Biz belki farkında olmayız bunun öneminin ama karşı tarafa ne hissettireceğimizi bilemeyiz. Başkasının yerine geçemeyiz ve onu anlayamayız. Bugüne kadar onlarca kez anladığımı söylemişimdir ben de karşı tarafa. Ama bugün sordum kendime gerçekten neyi anlıyorum diye. Kendime verebileceğim cevaplar var ama karşı taraflara yok. Çünkü kimse kimsenin yerinde değil ve kimse aslında düşünüldüğü gibi anlaşılmıyor. İçinde anladım kelimesini bulunduran tüm cümleler sahte geldi gözüme. Kimse anlaşılmıyor aslında. Anlaşılmak için çırpınıyor belki ve cümleleri yarıda kalıyor. Sonra söylemek istediği o şey içinde kalıyor. İçinde kalmak istemiyor aslında ama konuşmak istese konuşamıyor, konuşsa yanlış anlaşılmaktan korkuyor. Çünkü herkes kendine almak istediğini alıyor o cümlelerden kelimeleri. Herkes duymak istediğini duyuyor ve yorum yapıyor. Ama gitgide anlayışsızlığın etrafımızı sardığı bu dünyada kimse kimseyi anlamak istemiyor.
Hepimiz bir şeyler anlatmak, bir şekilde paylaşmak istiyoruz hayatımızı birileriyle. Konunun bazen ne olduğunun pek bir önemi yok, sadece paylaşabilmeyi ve rahatlayabilmeyi umuyoruz. Ne de olsa umut bizi ayakta tutan önemli güçlerden biri değil mi?
Her birimiz bir şeyler bekliyoruz. Umut edebilmeyi bile bekliyoruz bazen. Ama çoğu zaman durmayı unutuyoruz. Durmak. Öylece. Bazen hiçbir şey yapmadan sadece durmamız gerekiyor. Ama biz bunu fark edemiyoruz ve durmamaya, anlatmaya devam ediyoruz. Hep bir anlatma hep bir ifade edebilme çabaları...
Ne uğruna? Neden birilerine kendimizi açıklayabilmek bu kadar önemli yer kaplasın ki hayatımızda, neden önceliğimiz kendimiz değiliz ki bu hayatta? Bilemiyorum. Cevapları bilebilsem kendime uygulayabilmek isterdim çünkü. Ben de kendimi sadece anlatmak istiyorum. Düşüncelerimin beni ele geçirmesine izin verdiğim bu zaman diliminde sadece ifade etmek istiyorum kendimi. Ama bu çok zor, tahmin ettiğimin de ötesinde bir durum. Çünkü bir şeyi anlatsam diğeri eksik kalıyor. Birini anlatmasam da sanki o düşüncemi görmezden geliyorum düşüncesi kurcalıyor aklımı. Susturamıyorum onları, sürekli bir şeyler konuşuyorlar kafamın içinde. Hiçbir zaman da susmayacaklar belli ki. Ama en azından kontrol edebilmeyi öğrenebilmek istiyorum. Çünkü düşüncelerim kontrolden çıktığında, elinden kayıp gitmiş hissi uyandırıyorlar ve ben sanki onlarla birlikte kayboluyorum. Bazen içlerinde boğuluyorum bazen de yanlarına yaklaşamıyorum. İfade edemediğimi hissettiğimdeyse daha da olumsuz oluyor her şey. Aslında farkındayım yapmam gerekenlerin ama yapamıyorum. Konuşmak istiyorum, konuşamıyorum. Susmak istiyorum ama düşüncelerim çığlık atıyor. Ben de onların içinde kurtarmaya çalışıyorum kendimi. Biricik ben bu savaştan galip çıkmak için çırpınıyor ama unuttuğu şey aslında bir bataklığın içinde olduğu. Çırpındıkça daha da batıyorum. İhtiyacım olan şeyse sadece durmak. Basit gibi görünen bu zorlu durumun sonuçlarında belki de hiç ummadığım şeyler olur kim bilir?
Yetemiyorum kendime. Yetersizliğimin yetersizliği ile boğuşuyorum. Yetebilseydim eğer şimdi yaralı bileklerime bakmazdım diye düşünüyorum. Duraksayıp soruyorum kendime, neden yaptım? Cevabımı içten içe biliyorum. Ama herkese duyurmak istemiyorum,utanıyorum. Yerin dibine girmiş değil, yerin dibinden çoktan çıkmaya başlamış gibi hissetmek istiyorum. Bunu da yalnızca çabalarsam yapabileceğimi biliyorum. Madem yerin dibine girdim, çıkmasını da bileceğim diyerek motive ediyorum kendimi.
Benim için varını yoğunu ortaya koyan bir ailem, beni her zaman dinleyip yardımını esirgemeyen dostlarım olabilir ve herkes bana ne yapıp yapmayacağımı söyleyebilir. Ama asıl önemli olan benim harekete geçmem değil midir? Herkes konuşur evet ama buna tekabülen bazı insanlar da sadece durur. Ben bir zaman boyu sadece durdum ve düşündüm.
Sandım ki atlatabilirim. Üstünü örtersem iyiymişim gibi yaparsam ve bunu kendime de herkese de inandırırsam iyi olurum. Ama sanmak, yanılmaktı ve ben de her insanoğlu gibi yanılmıştım. Yanılınca da kendimi suçladım. İnsan değilmişimcesine zarar verdim kendime. Bunu yapmak dünyadaki herkese zarar vermekten daha kötüydü. Çünkü ben, ben olamadıkça fikirlerimi belirtip kendimi sevemedikçe ne anlamı vardı var olmamın? Onca sorunun cevabı gayet açık bir şekilde "var olmamın bir anlamı olmayışına" denk geliyordu.
Ben sadece daha mutlu olabilmek istiyordum. Ama buz gibi düşüncelerimle üşütüyordum kendimi. Ellerimin sıcaklığı yok oluyordu. İhtiyacım olan her şeye sahiptim belki ama ben olmaya ihtiyacım vardı ve aslında içten içe hep kendimin eksikliğini hissediyordum...
Uzun zamandır paylaşamadığım duygu ve düşüncelerimi paylaşabilmek için açtım bu beyaz sayfayı.
İnsanın kendini ifade edebilme kabiliyetini hiçbir zaman kolay bir şeymiş gibi düşünmemiştim lakin bu kadar zor olabileceğini de aklıma getiremezdim. Gerçekten de bu mümkünmüş. Klasik söylemler olarak bahsedilen boğazının düğümlenmesi ve kelimelerin ağzından bir bir dökülemeyişi ne kadar da insanı yoran bir şeymiş. Bir şeylerin iyi olmasını istemek ama yapamamak, zamanla düzelir diye düşünerek akıp giden zamanın içerisinde kaybolmak...
Kendimi kaybolmuş hissettiğim için düşüncelerimi ifade etmekte oldukça zorlandım. Sadece dile getirmek değil aynı zamanda yazıya dökmek de benim için artık hiç kolay değildi. Bir şeyler karalıyordum öyle ancak her zaman yetersiz geliyordu. Birçok kez blog ekranını açıp bu sefer tekrardan yazı yazabileceğim dedim kendime. Defalarca kendimde güç bulmaya çalıştım. Çünkü bana iyi hissettiren bir şeyi kaybetmek istemiyordum. O zamana kadar kendimi kaybettiğim gerçeğiyle yüzleşemiyordum. Beni tanıdığını sanan birçok insana sorsanız tabii ki de herhangi bir sorunum olduğunu düşünmezdi. Çünkü ben kapalı kutuydum ve her ne kadar zaman zaman bazı insanların iyi hissetmediğimi görmesini istediysem de bir yerden sonra artık buna ihtiyaç duymayı bıraktım. İhtiyacım olan tek şey kendim olabilmekti. Bunun farkındalığı üzerimde daha fazla bir etki yarattı.
Bir şeylerle yüzleşebilmek hiç kolay değildi. Kendimizle verdiğimiz bu zorlu mücadele öyle kısa sürede sonuç verebilecek türden bir şey hiç değil. Ben biraz sabırsız bir insan olduğum için dert yandığım zamanlar olmadı değil ama sanırım biraz da olsa törpüleyebildim kendimi. Tabii bu sırada da anladım ki insanın kendini eğitebilmesi öyle herkesin harcı türden bir şey değil. Ayrıca da bunu gerçekten başarabilen çok az insan olduğunu düşünüyorum. Yani en azından hem bizim toplumumuzda hem de dünya geneli olarak benim gördüğüm gerçek bu yönde. Maalesef ki çoğu gerçeğin can acıtıcı olması gibi bu gerçek de benim canımı acıtıyor. İnsan olabilmenin anlamını çoktan unutmuşuz orası da ayrı bir gerçek bunu bir kenara koyuyorum da bir daha hiçbir zaman insan olabilmek neydi hiç hatırlamazsak o zaman halimiz ne olur asıl bunun için endişeleniyorum. Çünkü ben insanlık ne kadar zor durumda olursa olsun ancak ümidini kaybetmeyip pes etmezse bir şeylerin yoluna girebileceğine inanıyorum ve bunun için sadece benim değil birçok insanın çabalamasını istiyorum. Aslında ben eskiden burada daha fazla bir şekilde tavsiye ya da ilham olabileceğini düşünerek yazılar paylaşıyor ve belki de asıl o zaman tüm insanlık için daha çok çaba gösteriyordum. Şimdi ise yaptığım bu değil. Çünkü şimdiki yazım daha çok bir günlük niteliğinde oldu. Ama şu da bir gerçek ki tüm insanlık için tekrardan çaba gösterebilmem gerekiyorsa önce kendim için çaba göstermeliyim. Kendimi iyileştirebilmeliyim ki etrafıma da bir faydam olsun. Ama bunu kendim için yapıyor olacağım.
Kendimi saklamıyorum ve iyi kötü birçok düşüncemi buraya aktarabilmek istiyorum. Bir şekilde yazdıklarımda bir kusur bulunur ve hevesim kırılır diye düşünüyordum. Ama burası benim dünyam ve kendi dünyama karşı yabancı hissedemem.
Kendimi kaybettiysem bile artık eski beni arama çabasında değilim. Tüm yaşadıklarımla ve bu süreçte de edindiğim tecrübelerle eskisinden çok daha iyi ve güçlü bir şekilde olacağımı biliyorum. Herhangi bir şey için beklemiyorum. Kendine zaman tanıma kavramını kendime göre şekillendirdim ve hayatın akıp gittiğini kendime her zaman daha çok hatırlatmaya karar verdim. Bu sayede daha iyi olacağıma inanıyorum çünkü herhangi bir duyguyu ya da anı yaşamak için ne bekleyecek ne de kaybedecek vaktim var. Bu yazıyı okuyan herkes için bu geçerli çünkü sahip olduğumuz tek şey şu andan ibaret.
And this is me trying.